top of page

Haftanın Fit 3'lüsü- Sahte Aciller, "Çok Çalışıyoruz" Kültürü, Yarınlara Bıraktıklarımız











Her zaman "müsait" olunması beklenen bir şirket kültürü, eninde sonunda işlevsiz davranışlar doğuracaktır.

Erin Reid & Lakshmi Ramarajan


Aksam saat 9 civarları. Eğitimlerini tasarladığım bir organizasyondan dış paydaş olarak bir e-posta alıyorum. "Direktörümüz istediğinden bugün gece 12'ye kadar...." gibi bir açıklama ile bitiyor. İstedikleri şey, o anda bile başlasam, gece 12'de bitebilecek bir çalışma değil, en az iki hafta sürecek, daha ileriki tarihler için planladığımız, üzerine birkaç kişinin akıl fikir koymasını gerektirecek bir sunum...


Bir yandan da e-postayı atan kişinin araması ile yanıp sönmeye başlayan telefon ışını görüyorum. Açtığımdaki ses tonu, onun için acil olduğuna dair içimde hiçbir şüpheye yer bırakmayacak bir ton...


Kendi "acil" lerimi hatırlıyorum.


"Acil beyni", yokluğunda hayatımızı sürdüremeyeceğimiz, devreye girmediği durumda varoluşumuzu tehdit edebilecek bir mekanizma. Acil beyni, yangında, depremde, bir tehditle karşılaştığında, savaşmamızı, ya da kaçmamızı sağlayan hal...


Fakat çarşının karıştığı yer şurada başlıyor, beyin gerçek bir acille, (mağaradan içeri giren kurt, üzerine gelen araba gibi), sahte bir acil'i birbirinden sağlam bir netlikte ayıramıyor... "Acil" algıladığımız bir durumla, yetişememe kaygısıyla karşı karşıya kaldığımızda salgılamaya başladığımız adrenalin ve kortizol vücudumuzda dinamik değişiklikler üretmeye başlıyorlar. Bu değişiklikler duyularımızı çeşitli şekillerde etkiliyor.


Kulaklar, dikkat dağıtıcı şeyleri engellemek ve hayatta kalmaya odaklanmaya yardımcı olmak için çınlamaya başlar. Vizyonumuz daralır ve bir tünel etkisi yaratır, böylece önemli olan tek şeye, tehlikeli duruma odaklanabiliriz. Solunum sistemimiz yüksek vitese geçer ve kalp atış hızımızı yükseltir, hayati organlara kan pompalar ve vücuda bir enerji sarsıntısı sağlamak için glikozu kan dolaşımına iter, bizi hayatımız için koşmaya veya savaşmaya hazırlar, gibi...


Hikayeye geri dönüyorum. O an karşımda, gerçek bir zaman tehdidi ile savaşan biri var.


Direktöre yüklenen anlam, gücün kullanımı, şirketin kültürü, bir yöneticinin gece 12 ye kadar istediği çalışmayı 3 saat önce haber vermesi, bunun dış bir paydaş olarak bana yansıması, her biri tek başına bile ele alındığında üzerine bültenler yazılabilir.


O an iki seçeneğim var.


a) Yapmayı deneyip, olduğu kadarıyla gece 12'ye yetiştirmek..ki hem içime sinmeyecek, hem mevut değer setime aykırı bir şey yapmış olacağım.

b) Bunun neden mümkün olmadığını anlatıp, süre ihtiyacını belirtmek.


Çok çalış, hemen yap, her şey acil kültürlerinde birinin "hayır" dediğini duymak şaşırtıcıdır, mutluluk vermez. Fakat bizim mesleğimizi, meslek yapan şey mutluluk vaadi değil, gelişim vaadi içermesidir. Farkında olmadan hem bana hem kendilerine bir hediye vermiş oldular... Şimdi elimde onlarla çalışırken kullanmak, belki organizasyon kültürlerindeki yerini sorgulamak için nefis bir danışmanlık konusu var.


-Çok çalışıyoruz.. Gece 1-2 hala bitmiyor.

-Herkes yıldı, her şey acil...

-Aynı anda iki toplantıda olmam gereken zamanları yönetiyorum.


Bu cümleleri her seviyede duyduğunuz bir organizasyondan uzun vadede verimlilik ve olumluluk bekleyemeyeceğiniz gibi, insan doğası için de sürdürülebilir olmasını düşünemezsiniz.


Bu bülten, farklı kimlikleri ile bu konularla ilgilenenler için...


İyi pazarlar...

Bir çok araştırma şunu gösteriyor. Zorlayıcı ekonomilerde ve özellikle içinden geçtiğimiz belirsiz dönemlerde, insanlar kaygıları ve tehdit algıladıkları faktörler yüzünden farkında olmadan "ideal bir çalışan" olmak için yoğun baskı altına girerler.


- Her zaman görev başındayım.

-7/24 ulaşılabilir durumdayım.

- Benim önceliğim, şirketin önceliğidir. cümlelerini kuran, kurmasa bile farkında olmadan bu şekilde davranma eğiliminde olan kişiler tanıyorum.


Fakat, aşağıda linkini paylaştığım yazıya bir göz atarsanız, bunun birey ve şirket için uzun vadede nasıl riskler taşıdığını görebilirsiniz.


-Şirketlerde nasıl daha sağlıklı ve üretken bir kültür oluşturabiliriz? -Yöneticiler, çok yönlü yaşamları kendileri yöneterek rol model olabilirler mi?

-İnsanlar harcadıkları zamandan ziyade yaptıkları işin kalitesi ve sonuçları için ödüllendirebilirler mi?


Bu üç soruya cevap arayan bir organizasyon bile, bu dönemde iyi adımlar atabilir...

Simon Sinek'i çoğunuz tanıyorsunuz. En çok paylaşılan videosu, NEDEN'LE BAŞLA, herhalde her eğitimde önerilir. Buraya Sinek'in başka bir konuşmasını bırakıyorum.


İnsanın doğasını bir kere daha hatırlamak için.



Ömrü boyunca çok çalışmış, "çok çabala ve acele et " tetikleyicisi ile hayatını geçirmiş bir babanın kızıyım. Çocukluğumda hatırladığım çok fazla anım yok çünkü çalışması gerekiyordu. Beni sevdiğini bilmeme rağmen, benim için önemli olan pek çok şeyde ne yazık ki yanımda olamadı. Kanser olduğunu öğrendiğimizde, oldukça genç bir yaşta ve elindeki yapılacaklar listesi ile şaşkındı.


Vefatından çok sonra, bana yazdığı eski mektuplardan birinde aşağıdaki şiiri buldum. Behçet Necatigil.


Diyeceğim o ki, unutmayalım.. Unutmayınız.


Sevgileri yarınlara bıraktınız Çekingen, tutuk, saygılı. Bütün yakınlarınız Sizi yanlış tanıdı. Bitmeyen işler yüzünden (Siz böyle olsun istemezdiniz) Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi Kalbinizi dolduran duygular Kalbinizde kaldı. Siz geniş zamanlar umuyordunuz Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek. Yılların telâşlarda bu kadar çabuk Geçeceği aklınıza gelmezdi. Gizli bahçenizde Açan çiçekler vardı, Gecelerde ve yalnız. Vermeye az buldunuz Yahut vaktiniz olmadı.


305 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page