
2021 bitmeden, geride bırakmaya hazırlandığımız yıla dair üç ayrı yıl sonu serisi paylaşacağım demiştim. Birinci paylaşım liderlik üzerineydi. İkinci yazı ise bu yıl farkında olarak ya da olmayarak "hayatta kalmamızı" sağlayan kavram olduğuna inandığım, son yıllarda hem fiziksel, hem düşünsel olarak içerisinde derinleştikçe felsefesini daha kıymetli bulduğum, kendi üzerimde denemeye çalıştığım ve ancak uyguladığımda yaşamımdaki bireysel dengeyi koruyabildiğimi gördüğüm bir zihin: Atlet Zihni üzerine...
“Gerçekler bizim işimize gelsin veya ille de yüksek keyfimizi okşasın diye değildir. İşimize gelmeyen, canımızı sıkan gerçekleri görmemek veya inkar etmek bize hiçbir şey kazandırmaz; aksine çok şey kaybettirir. Gözünü kapar veya sırtını çevirirsin, eserlerin eseri dev eser Süleymaniye yok olur ama yalnız senin için.”
Bu Çağın Adı, Tarık Buğra- Ötüken 1990 Baskısı
İçinden geçtiğimiz dönem, gözümüzü kapatıp yok sayamayacağımız kadar büyük dönüşümler getirdi. Bugün daha pandeminin toplumsal ve bireysel boyuttaki sonuçları ile yaşamaya alışmaya çalışırken, bir yandan da içinde yaşadığımız ülkenin akıl almaz gerçekleri ile yüzleşiyor, ekonomik, politik, toplumsal açıdan her anlamda büyük ve derin bir kaygı havuzunun içinde yüzüyoruz. Jung, kolektif bilinç kavramını anlatırken, yeryüzünün herhangi bir döneminde ve yerinde yaşanan acının tüm insanlığın acısı olduğundan bahseder. Bu açıdan baktığımızda dünya, üzerinde varlık göstermesi kolay bir yer değil. Bu yıl en çok bu cümleyi adeta bir marş gibi duymadık mı?
"Zor bir dönemden geçiyoruz"
Hal böyleyken, sınandığımız meseleler derin yerlerden gelirken, en büyük meselelerimizden, en basit konularımıza kadar ortak bir zorlanma hali, anlam arayışı, kaygı duyma, denge arama gibi kavramlarda buluşurken, dayanıklılık sporu yapan triatletten, maraton koşucusundan, uzun mesafe yüzücüsünden farkımız yok gibi geliyor bana.
Hayatın yarışlarını koşarken,
-Her gün maruz kaldığım, asla iç açıcı olmayan dünya ağrısı haberler karşısında bütünsel sağlığımı korumayı önemsiyorsam,
-Çalışan biri olarak, işime, mesleğime, değer katma, üretme, yenilenme hedefi taşıyorsam,
-Ebeveyn olarak, bir önceki günkü halimden veya bir önceki nesilden daha iyi olma çabası içindeysem,
-Eş, evlat, arkadaş- varlık gösterdiğim rollerde anlamlı ilişkiler kurma arzusu duyuyorsam,
-İçinde bulunduğum topluma, dünyaya olumlu ve anlam taşıyan bir iz katma niyetim varsa,
-Kendi üzerimde çalışma ve kendimi geliştirme tutkusu duyuyorsam,
bütün bunları bir dengede yönetmeye çalışıyor, bir yandan da günlük yaşamın sorumluluklarını taşıyorsam, her gün IRONMAN bitiriyor, her gün bir maraton koşuyorum ve bu, bütün kişisel liderlik tanımlarının kapsadığı bilinçli bir varoluş halini gerektiriyor. Benim hikayemde, yaşamda bütüncül bir denge kurmayı daha iyi öğrenmem, tam olarak bunu fark etmemle başladı.
Atlet zihniyetine, atlet gibi bakmaya sadece yarışırken ihtiyacım yoktu, esasen her zaman vardı. Liderlik, sadece bir ünvan değildi. Bedenime hangi yiyeceği yakıt olarak sokmayı seçtiğim, onunla nasıl ilgilendiğim veya uyku düzenimden tutun da, ilişkilerimi nasıl yönettiğim, paternlerimi, arızalarımı, eksiklerimi nasıl yönettiğime kadar çok şeyi içeren bir kişisel meseleydi.
Bu yüzden şimdi burada ve eğitimlerde “atlet” kelimesini her kullandığımda, bu farkındalıkta olan, dengeyi yeniden ve yeniden kurma konusunda mahir, temas etme gücüne sahip, duygusal olarak zeki, vurulabilir, esnemeyi bilen, yeniden öğrenme becerisi olan, kendine ve yaşadıklarına yukarıdan bakabilen, bilinçli seçimler yapan, kendisiyle sahici ilişkiler kurabilen bir varoluş halinden bahsediyorum.
Fiziksel sağlamlığa, duygusal çevikliğe, zihinsel esnekliğe, tinsel huzura, manaya ihtiyacımız var. Dengeye ihtiyacımız var. Bütünsel bakmaya ihtiyacımız var. Atlet zihnine ihtiyacımız var.
Bu zihinle ilgili bir yazma yolculuğum var, orada derinleşmeye devam ediyorum genelde ama bu bülten için atlet zihnine dair en sevdiğim ve önemsediğim, Gestalt ve varoluşçuluk ile de bütünleşen bakış açısını paylaşmak isterim.
Jim Loehr (performans psikoloğu) ve Tony Schwartz’ın (Enerji Projesi'nin kurucusu) binlerce sporcu ve şirket liderini dahil ederek geliştirdikleri bir model var. Bu model ilk olarak 2001 yılında, Harvard Business Review'da "The Making of a Corporate Athlete- Kurumsal bir atlet yaratmak" makalesinde paylaşıldı. Aşağıdaki piramit, bir atleti atlet yapan unsurlara değinirken, bir yandan da “performans” gösterdiğimiz her rolümüzde- ebeveynlikten liderliğe kadar- bizi bu bakış açısından bakmaya çağırıyor.
Piramidi anlamak için biraz bakacak olursak, Loehr ve Schwartz’ın atlet performansını dört alanda ele alındığını görürüz, ve bu entegre performans yönetimi teorisine göre, iyi bir atletin performansı bedenin, duyguların, zihnin ve ruhun fitliğinden, bu boyutların birbiri ile etkileşim içerisinde olmasından geçer.

Comments