Bir karantina sabahından daha günaydın...
1 yılı aşkın süredir geçirdiğim karantinalar içerisinde en çok zorlandığım hafta sonlarından biri...
Dışarısı güneş... Doğanın uyanışını görüyorum, oğlumun toprağa, bahara dokunma ihtiyacını görüyorum, bedenimdeki her hücrenin daha çok hareket ihtiyacını, ruhumun insana temas kıvranışını duyuyorum. Bir yandan oldukça bilinçli seçimlerle takip etmeye çalışsam da, kaçamadığım, önüme düşen gündem haberleri... Dünyanın neresine baksam, hangi alanın ucundan tutsam, kendi ellerimizle harap ettiğimiz bir başka konu... Sisifos'un cezası gibi bir dönemi yaşıyor dünya... ve konu yine dönüp dolaşıp bu deneyime nasıl temas edebileceğimize, seçimlerimize geliyor.
Bu günleri anlamlandırmada bana iyi gelen iki kavramla tanıştırayım sizi.
Biri Latince’de “ eşik ” anlamına gelen “limen” kelimesinden gelen liminal, yani eşiktelik kelimesi. Kökeni antropolojiye kadar uzanan, günümüz diliyle, bir şeyin sonu ve yeni bir şeyin başlangıcı arasındaki zaman, alan, konum olarak tarif edebileceğimiz bir kelime.
Ergenlik liminal bir dönem mesela. Çocukluk bitmiş, yetişkinlik başlamamış, sağlam bir eşikte olma hali...
Ya da yeni evli olmak, yeni anne baba olmak... Sadece roller ya da insana dair dönemlerle ilgili değil liminallik. Hava alanları liminal yerler örneğin. Bir şehri ya da ülkeyi terk etmemişsiniz, yenisine de gitmemişsiniz, eşikte, kıyıda bir bölgedesiniz.
Fark edileceği üzere bu "eşik" yani liminal dönem ya da alanların bazıları hoş deneyimler, bazıları travmatik, bazılarına temas etmesi kolay, bazılarına değil. Üstelik, insandan insana da değişiyor doğal olarak o eşiğin nasıl algılandığı. Bazılarının daha kolay temas edebildiği liminalite, bazıları için kaygı dolu bir deneyim demek.
İçinden geçtiğimiz dönem, şüphesiz liminal bir dönem. Yeni normal ne getirecek sorusunu milyonlarca kez duymamız, eskiden ne kaldı, yeni ne geliyor'a birey, organizasyon, toplum... bütün sistemlerde yanıt bulmaya çalışmamız bundan... Uçak nereye inecek bilmiyoruz. İnsani bir içgüdüyle yanıt arıyoruz.
Yine de bu adını koyma hali bana iyi geldi. Bunca belirsizliğin arasında geçirdiğim dönemin adı bu demek, ben bu eşikteliğe nasıl, ne kadar temas edebiliyorum, neleri kapsayabiliyorum, neleri kapsayamıyorum'a bakmak anlamlı bir çaba olurdu hepimiz için.
İkinci kavram Homeostaz (Homeostasis). Uzmanlık alanım olmadığı için, ne olduğunu buraya bilimsel açıklaması ve kaynağı ile bırakıyorum.
Homeostaz (homeostasis) veya dengeleşim, çevresinde gerçekleşen olumsuzluklar karşısında hücrenin kendi dengelerini koruma çabası, değişen koşullarda iç dengenin aktif düzenlemesidir. Fransız bilim insanı Claude Bernard'ın tanımlandığı hemostaz sürecinin amacı, fiziksel ve kimyasal tüm dengelerin yerinde olduğu dingin durumunu korumaktır.
Hücrelerin (canlıların) yaşamlarını sürdürebilmesi, çevreye ve içine bulunduğu koşullara uyumuyla olanaklıdır. Uyum sağlayabilmek evrim olgusuyla gerçekleşir. Isı değişiklikleri, ortamdaki oksijen düzeyi, güneş ışınlarının yoğunluğu, beslenme kaynakları gibi koşullara en iyi uyumu sağlayan canlı türü insandır. Örneğin, haltercilerdeki ağırlık kaldırma stresinden zarar gören hücrelerin onarımı ve strese dayanıklılığı arttırmak için yoğun protein (myoglobulin) sentezi gerçekleşir.
Canlı organizmayı oluşturan hücrelerin yaşamının sürmesi için düzenleyici sistemler yardımıyla uygun ortamın sağlanması, normal işlevlerini yapabilmeleri, fizyolojik gereksinmelerinin yeterince karşılanması ile yapısal ve metabolik dengelerinin bozulmamasını gerektirir. Homeostazın bozulmasındaki en önemli etmenler ekzojen (dış) ya da endojen (iç) kaynaklı olumsuz etkileridir. Dengelerden birinde bile oluşabilecek aksama homeostazı bozabilir. Canlı organizma, homeostaz durumunu bozan tüm etkileri savaşarak yok etmek ya da yeni koşullara uyum sağlamak zorundadır.
https://www.scientificamerican.com/article/what-is-homeostasis/
Comments