Yılın bitmesine sayılı günler kala, 2020'nin bu son bültenini, önümüzdeki yılın hatta yılların en kritik becerilerinden biri olduğuna hem fikir olunan bir konuya; "öğrenmeye" ayırmak istiyorum.
2018'de yayınlanan bir Oxford Review makalesine göre içinde yaşadığımız belirsizlik, dönüşüm ve hız çağı, temas ettiğimiz değişimi öngörebilmek, bu değişimi anlamlandırabilmek ve nihayetinde adapte olabilmek için yeni becerilerin öğrenilmesini olmazsa olmaz olarak görüyor.
Bu konu neden çok önemli, minicik bir teorik arka plan paylaşarak devam edeyim.
Aşağıda gördüğünüz eğri, eğitimlerde sıklıkla kullandığımız ve strateji kitaplarında adından epeyce söz edilen Sigmoid Eğrisi.
Bu eğriyi genelde aynı örnek üzerinden anlatıyorum eğitimlerde...
Hız treni.
Hayatınızda hiç hız trenine bindiniz mi? Eğer bindiyseniz, hareket ettiği ilk anlar ve trenin en yükseğe ulaşmasına kadar geçen süreç pek korkutucu değil, hatta keyiflidir. Ama tren en tepeye ulaşıp artık düşüş eğrisinde ilerlemeye başlayınca yani yokuş aşağı inerken, genelde etraftan çığlıklar duyar, bu heyecandan haz almıyorsak bitmesini isteriz ve sonra yeniden yükseliş...
Yaşam aynı hız trenleri gibi, doğrusal devam eden bir süreç değil, tıpkı Sigmoid Eğrisinde görebileceğiniz üzere, S-şeklinde, yavaşça başlayıp yükselen, sonra alçalan bir eğri... Çok mutlu uyandığınız bir güne, çok mutlu devam etmeyebilir, kötü uyandığınız bir sabahı da aynı şekilde tamamlamayabilirsiniz.
Çünkü hiçbir şey başlangıç momentumunu
sonsuza kadar sürdüremez.
İmparatorluklar çöker, aşklar biter, gün yeniden doğar, doğadan pek de farklı olmayan şekilde, bireyler ve organizasyonlar için yaşam (veya karlılık, gidişat, hız neresinden ele alırsanız alın) tüm bu inişleri ve çıkışlarıyla devam eder. Bu eğriyi bu anlamda Gestalt ayrışma-buluşma prensibi ile de açıklayabiliriz. Hayat buluşmalar ve ayrışmalar ile geçer. Sadece bir gün içinde bile kaç tane Sigmoid Eğrisi , kaç buluşma, kaç ayrışma yaşıyoruz...
Önce şirketler bakış açısı ile bakalım, bu eğrinin yükselme dönemi bir start-up'ı, şirketin yeni başlayan kampanyasını, işlerin iyi gitme, hız kazanma trendinde olduğu herhangi bir dönemi simgeleyebilir. Tepe noktası, zirve dönemi, çöküş eğilimi de artık momentumun başladığı gibi devam etmediği/edemediği dönemi simgeler.
Bu noktada soru şu: alçalma yaşamadan, ikinci bir eğriye geçmek mümkün müdür? Yeni bir momentum yaratılabilir mi?
Cevap: Evet. Şayet, önceden harekete geçilebilirse.
Yani daha yükselme dönemindeyken, geleceği, gelecek olanı ön görebilir, organizasyon olarak gereken önlemleri alır, kendimi o geleceğe ayak uydurabilecek becerilerle donatabilirsem, çöküş ya da düşüş dönemlerini daha iyi karşılayabilir, momentumu kaybetmeye başladığım anda, ya da daha öncesinde, gerekeni yapabilirim. Buna kimilerimiz vizyon, kimilerimiz proaktiflik de diyebilir.
Örnek daha akılda kalıcı olursa, aramızda Ana Britannica ansiklopedisini hatırlayacak yaşta olan kaç kişi var bilmiyorum. Benim yaşım tutuyor :) Kuponlarla alırdık. İlk baskısını 252 yıl önce İskoçya'nın Edinburgh kentinde yapan, alma yarışına girdiğimiz, 1990 yılında 120.000 adet satan, 2012 yılında ise sadece 4000 adet satabilen ve en sonunda basımını durduran bir Dünya markası... İnternetin yaşamımıza girişiyle birlikte, önden gereken önlemleri alıp, kendisini yenileyebilseydi, belki hala hayatlarımızda olurdu... Buna çok bilinen ve her eğitimde karşımıza çıkan Nokia, Kodak örnekleri de verilebilir.
Sigmoid Eğrisinin bu bakış açısı sadece organizasyonlar için değil, bireyler için de geçerli.
Marshall Goldsmith'in şahane sözüyle, WHAT GOT YOU HERE, WON'T GET YOU THERE
Seni buraya getiren her neyse, seni geleceğe götürmeyecek.
Pandemi dönemi de bunun en büyük kanıtı. Dijital becerilere önden hazır olanların sancılı dönemleri daha kolay atlattığı günlerden geçiyoruz. Kendi adıma çok eminim ki, bugün bildiklerim, 3-5 hatta 1 sene sonra bir anlam ifade etmeyecek.
Öğrenmeme lüksüm yok, lüksün yok.
150 yıl önce mektup taşıyan bir atlı, bilgiyi saniyede 0.003 bit hızla transfer ediyordu. Bugün saniyede milyarlarca bit bilgi transfer etmek mümkün. Neyi biliyorum, bildiklerimi birbirleri ile ne kadar birleştiriyorum, neyi unutuyorum ve yeniden öğreniyorum...
İş dünyasında değer üretebilmek için güncel kalmak, anlamlı bir katkı sunmak, kendimi bir anne olarak yenileyebilmek ( ki bence ebeveyn olma hali başı başına bir re-learning meselesi) Tuna büyüdüğünde onunla "aynı sayfada kalmayı" becerebilmek istiyorsam, öğrenmek ve neyi öğrenmem gerektiğini de önden düşünmek zorundayım.
87'sinde St. Peter's Basilica'sında yaşamını sürdürürken hala öğrendiğini söyleyen Michelangelo, Ancora Imparo ile hepimiz için nefis bir örnek... O yaşlara kadar, elim ayağım tutarak ve zihin açıklığıyla yaşama fırsatım olursa, içimde bir yerlerde böyle bir öğrenme tutkusunun, açlığının devam etmesini kalpten diliyorum.
Peki nasıl? Öğrenmek nasıl öğrenilebilir?
Önce öğrenme stilleri üzerine düşünerek başlamak iyi bir adım olabilir. Hepimiz aynı hızda, aynı yöntemlerle öğrenmiyoruz. Davranış tercihlerimiz nasıl birbirinden farklıysa, öğrenme tempomuz, öğrenmeyi bizim için mümkün kılanlar da birbirinden o kadar farklı. Eğer nasıl öğrendiğimi öğrenirsem, gelişim yolculuğumu da buna göre tasarlayabilirim.
Bu konuda en güvendiğim yaklaşım; Piaget, Jung ve Rogers'ı da kabul ederek, farklı felsefi bakış açılarını bir araya getiren Kolb'un öğrenme stilleri.
Kolb’un öğrenme teorisi, dört aşamalı bir öğrenme döngüsüne dayanan dört farklı öğrenme biçimini (veya tercihini) ortaya koyar.
Comments